Metafizik Ne İle İlgilidir? Metafizik Nedir Felsefe?
Metafizik terimi Yunanca “meta ta physika” (fizikten sonra gelen) teriminden gelmektedir. M.S. 1. yüzyılda Rodos’lu Andronikos Aristoteles’in “Fizik” eserini yazdıktan sonra yazmış olduğu eserleri bir araya getirdi ve bu kitaplara daha sonra topluca “meta ta physika” denmeye başlandı.
Bu kitaplarda Aristoteles “prote philosophia”yı (ilksel felsefeyi) konu edinmişti. İlksel felsefenin konusu ise “ilk ilkelerin bilgisi” idi. Varlık olarak varlık, ilk neden, Tanrı, vs. gibi konular bu ilksel felsefenin konuları arasındadır.
18.yüzyılda Alman Aydınlanmacısı Christian Wolff metafiziği genel metafizik (allgemeine Metaphysik) ve özel metafizik (spezielle Metaphysik) olarak ikiye ayırmıştır.
Genel metafizik özellikle Ontoloji (Varlıkbilim) ile ilgilenir, en soyut bir alandır.
Özel metafizik ise üçe ayrılır:
- Rasyonel psikoloji : Konusu insan ruhu, ruhun sonsuzluğu, ruhun bölünemezliği, vs.’dir.
- Rasyonel kozmoloji : Konusu maddi alemin bütünlüğü, evrenin sonsuzluğu, vs.’dir.
- Rasyonel teoloji : Konusu Tanrının varlığı/yokluğu, tanrının bilinebilirliği/bilinemezliği, vs.’dir.
Metafizik bir anlamda en eski filozoflardan beri var olmuştur. Presokratik doğa filozoflarında metafizik daha çok her şeyin kökeninde bulunan bir ilk madde arayışıyla özdeşleşmiştir (örneğin Thales’te su, Anaximander’de hava, vs.). M.Ö. 6 – 5. yüzyıllarda Sofistler, Sokrates ve Platon ile beraber doğa felsefesi yerini insan/ruh felsefesine bırakmaya başlamıştır. Özellikle Platon’da metafizik, idealar teorisiyle kemale ermiştir. İdealar teorisinin temeli Xenophanes ve Parmenides’e kadar geri gider. Bu teoriye göre duyusal/maddi dünya hareketli, değişken, bölünebilir iken idealar alemi değişmez, durağan ve bölünmez idealardan oluşmaktadır. Hatta Platon idealar alemini gerçek (mükemmel) dünya addederken, maddi/duyusal alemi bu alemin kötü bir kopyası olarak nitelendirmiştir.
Platon’a göre varlık hiyerarşisinin en altında madde (hyle) yer alırken, onun üzerinde matematiksel idealar, en üstte de akılsal idealar yer almaktadır. İdealar aleminin en üst ideası tanrı/tanrı ideası/tanrısal akıl’dır. Aristoteles Tanrı’yı “kendi kendini düşünen düşünce” veya “hareket etmeyen hareket ettirici” olarak nitelendirmiştir. Bu düşüncenin de kökeninde Platon’un “kendiliğinden hareket”i tanrısallaştırması yatmaktadır. Aristoteles evrendeki hareketin en alttan en üste, ilk maddeden tanrıya doğru olduğunu söyler. İlk madde (salt madde) Aristoteles’te salt potansiyel olarak bulunmaktadır, pratikte yoktur (yok-varlıktır). Ona göre evrendeki her şey madde ve formun (şeklin) bileşkesinden oluşmaktadır. Bu yüzden bu teori aynı zamanda “hylomorfizm” olarak da adlandırılır. Varlık hiyerarşisinin en altında anorganik madde, onun üzerinde organik alem yer alır. Organik alem ruha kavuştukça bitkilere, hayvanlara, en sonunda insana doğru ilerler. İnsanlar da sırasıyla mutlu, erdemli ve bilge insanlar olarak aşağıdan yukarıya doğru sınıflanırlar. En üstte de formların formu, salt form/salt varlık olarak tanrı (theos) vardır.
Neoplatoncuların en büyüğü Plotin maddi alemi kötücül, karanlık, pasif, dişil olarak; idealar alemini de iyicil, aydınlık, etken, eril olarak nitelendirmiştir.
Stoa felsefesinde, özellikle Marcus Aurelius ve Seneca; erdemin, erdemli insanın, en yüksek erdem olarak da akil olmanın, bilge olmanın önemine vurgu yapmışlardır.
Erken Hristiyanlık döneminde (M.S. 1. – 5. yüzyıl) Patristik filozoflar (Origenes, Tertullianus, Augustinus, vs.), genellikle Platon’un ve Yeni Platon’cuların felsefelerini Hristiyanlıkla uzlaştırmaya çalışmışlardır.
Arap felsefesi (M.S. 9. – 12. yüzyıl) (İbni Sina, Farabi, İbn Rüşd) genellikle Platon ve Aristoteles’in sentezine gitmiştir. İbn Rüşd’ün Aristoteles’e atfen yazdığı metafizik şerhleri meşhurdur. Arap felsefesi İslamiyet’ten de bir hayli etkilenmiştir.
Hristiyanlığın ortaçağ döneminde (9. – 13. yüzyıl) Skolastik filozoflar (Eriguena, Abelardus, Duns Scotus, Ockham’lı William, Roscellinus, Thomas Aquinas) 12. yüzyılda Endülüs ve Sicilya’da Arap dünyasından yapılan çevirilerle (12. yüzyıl rönesansı) Aristoteles’i ve Yunan-Roma dünyasını tekrar keşfetmeye başlamıştır. Özellikle Ockham’lı William’la birlikte nominalizm-realizm tartışması bu döneme damgasını vurmuştur. Bu tartışma, ideaların kendilerinde bağımsız bir gerçekliğe sahip olup olmadığı konusundadır. Realistler idelara böyle bir gerçeklik atfederlerken başını Ockham’lı William’ın çektiği bir grup nominalist tam tersini iddia ederler. Ayrıca arada bulunan çok çeşitli pozisyonlar da mevcuttur. Nominalizm bilimsel felsefenin gelişmesine yardımcı olmuştur.
Ortaçağdan çıkılıp rönesansa (13. – 16. yüzyıl) girildiğinde Platon ve Aristoteles gerçek anlamlarıyla tekrar keşfedilmişler, skolastiğin kilise dogmatizminden kurtarılmışlardır. Hümanizm bu dönemde ortaya çıkmıştır. Erdem (virtu) öğretisi, erdemli insan kavramı Rönesans felsefesinin temelini teşkil eder. Bu dönemde dini düşünce felsefeyle birlikte var olmaya devam etmektedir. Bu devrin en önemli isimleri Ficino, Plethon ve Mirandola’dır. Ficino İtalya’da Platon’un Akademia’sının devamı niteliğinde yeni bir akademi bile kurmuştur.
Rönesans yavaş yavaş bilimin ve felsefenin ayrı bir disiplin olarak doğmasına zemin hazırlamıştır. Nitekim Francis Bacon “Novum Organum” (Yeni Mantık) adlı eserinde bilimsel düşüncenin gelişebilmesi için tümevarım yönteminin kullanılması gerektiğinin üzerinde durmuş, daha çok tümdengelim metodunu kullanan Aristoteles mantığına karşı yazmıştır. Ne var ki Aristoteles mantığı metafiziğe daha yatkın olan mantık disiplinidir.
yüzyılda René Descartes “cogito ergo sum” (düşünüyorum öyleyse varım) sözüyle modern felsefenin de doğuşunu hazırlamıştır. Descartes’ın şüphe etmediği tek şey düşündüğüdür. Descartes’a göre felsefe kökleri metafizik, gövdesi fizik ve dalları tıp, mekanik ve etikten oluşan bir ağaçtır. Descartes varlığı ikiye ayırmıştır. İlki res extensa (uzayda yer kaplayan varlık)tır. Bu alan maddi/duyusal alana tekabül eder. İkinci alan ise res cogitans (bilinç alanı)dır. Bu alan uzayda yer kaplamayan idealar alemini ihtiva eder. Bu ikicilik aynı zamanda ruh/madde düalizmi olarak da adlandırılır. Descartes bu iki alanın insanda epifiz bezi denen bir bezde birleştiğini iddia etmiştir.
Benedictus de Spinoza Descartes’ın ikiciliğine karşı varlığın tek bir tözden oluştuğunu iddia etmiştir. Tanrı (natura naturans/yaratıcı doğa) doğanın (natura naturata/yaratılan doğa) eşdeğeridir. Bu yüzden Spinoza’ya panteizm yakıştırması yapılmıştır. Tanrı aynı zamanda kendinin nedenidir (causa sui).
Gottfried Wilhelm Leibniz “Monadoloji” adlı eserinde her şeyin monadlardan oluştuğunu iddia etmiştir.
Monadlar ona göre bir bakıma ideal atomlar gibidirler. Maddi monadlar ve ideal monadlar vardır. İdeal monadlar aynı zamanda bölünemez ve hareketsizdirler. Tanrı en üst, bütün monadları kapsayan monaddır.
Immanuel Kant “transandantal felsefe”sini geliştirdiği “Kritik der reinen Vernunft” (Salt Aklın Eleştirisi) adlı eserinde metafiziğe büyük bir darbe indirir. Metafizik Kant’ta kendi kendisinin eleştirisi olarak mümkündür. Kant bir anlamda “metafiziğin metafiziğini” yapar. Kendisinden önceki dönemi “dogmatik metafizik” olarak nitelendirirken kendi felsefesini “eleştirel felsefe” (kritische Philosophie) veya eleştirel metafizik olarak nitelendirir. Eleştirel felsefe kendi kendisinin kökenlerini kendi konusu yapabilen bir felsefedir. Kant kendisinden önce özel metafiziğin, konularına (ruhun ölümsüzlüğü, evrenin sonsuzluğu, tanrının varlığı) neredeyse bilimsel bir gerçeklik atfettiğini belirterek, bunu eleştirir. Kant varolan her şeyin tanrısal “Ben” (Ich) tarafından sentezlendiğini (transzendentale Apperzeption), böylelikle varoluşa geldiğini iddia eder.
Kant varlığı iki kategoriye ayırır: Fenomenal (duyusal) dünya ve numenal (akli) dünya. Numenal dünya aynı zamanda Kendinde-şey’dir (Ding-an-sich). Kant’a göre biz ancak fenomenal dünyayı bilebiliriz. Kendinde-şey alanı bizim için bilinemezdir. Onu ancak düşünebiliriz, ama bilimsel anlamda bilemeyiz. Kendinde-şey aynı zamanda “Mutlak Dünya Ruhu”dur (absoluter Weltgeist). Kant daha sonra bu “Dünya Tini” kavramını pratik alanda geliştirecek ve “Ebedi Barış Üzerine Felsefi Bir Tasarı” adlı eserinde somutlaştırarak Birleşmiş Milletler’e giden yolun köşetaşlarının döşenmesine ön ayak olacaktır.
Kant’tan sonra gelen Fichte, Schelling ve Hegel (Alman idealizmi) 19. yüzyılda Kant’ın izinden giderler, ancak onu bir bakıma kemale erdirirler.
Johann Gottlieb Fichte, “Ben” (Ich) = ideal dünya ve “Ben olmayan” (Nicht-Ich) = doğa hakkında felsefesini geliştirmiştir. “Mutlak Ben” (Absolutes Ich) kendi içinden “Ben olmayan”ı çıkartır ve sonra ikisi (sonlu) Ben’de sentezlenir.
Friedrich Wilhelm Joseph Schelling Reel-ideel karşıtlığı ve eşdeğerliği üzerinde durur. Doğa, ideal dünyanın diğer görünümüyken ideal dünya doğanın diğer görünümüdür.
Georg Wilhelm Friedrich Hegel metafiziğini daha çok mantık (Logik) olarak adlandırır. Bu konuda yazdığı en önemli eser iki ciltlik “Wissenschaft der Logik” (Mantık Bilimi)dir. Bu eserin ilk bölümü Nesnel Mantığa (objektive Logik), ikinci bölümü ise Öznel Mantığa (subjektive Logik) ayrılmıştır. Nesnel Mantık iki bölümden oluşur: Seinslogik (Varlık mantığı) ve Wesenslogik (Öz mantığı). Nesnel Mantığın konusu Kant’ın “Salt Aklın Eleştirisi” eserinde geliştirdiği transandantal mantıktır. Hegel ikinci bölümde “Kavram mantığı”nı (Begriffslogik) inceler. Hegel “Kavram”ı Ben ya da tanrıyla eş anlamlı olarak kullanır.
Hegel “Enzyklopädie der Philosophischen Wissenschaften” (Felsefi Bilimler Ansiklopedisi) varlığı şöyle sınıflandırmıştır:
Kendinde ve kendi için idea: Varlık, Öz, Kavram.
Varlık (Sein) (Kendinde kavram): Kalite, Kantite, Ölçü.
Öz (Wesen) (Kendi için kavram): Kendi içinde refleksiyon, Görüngü/Fenomen, Gerçeklik.
Kavram (Begriff) (Kendinde ve kendi için kavram): Nesnellik, öznellik, idea.
Kendinin değişik oluşunda idea: Mekanik, Fizik, Organik.
Mekanik (Genel olarak Madde): Uzay ve Zaman, Madde ve Hareket, Mutlak mekanik.
Fizik (Özel madde): Genel bireyselliğin fiziği, Özel bireyselliğin fiziği, Total bireyselliğin fiziği.
Organik (Canlı madde): Jeolojik doğa, Bitkisel doğa, Hayvani organizma.
Kendinin değişik oluşundan kendi içine dönen idea: Öznel Tin, Nesnel Tin, Mutlak Tin.
Öznel Tin: Ruh, Bilinç, Tin.
Nesnel Tin: Hukuk, Ahlak, Törellik (aile, sivil toplum, devlet).
Mutlak Tin: Sanat, Din, Felsefe.
Arthur Schopenhauer “Die Welt als Wille und Vorstellung” (İstenç ve Tasarım Olarak Dünya) adlı eserinde, arka planda iradenin gücü üzerinde oturan ve dünyayı bunun etrafında kendi tahayyülü olarak kuran bir dünya görüşü geliştirmiştir.
Kendini “Freigeist” (Özgür ruh) olarak tanımlayan Friedrich Nietzsche “Tanrı’nın ölümü” (der Tod Gottes) fikriyle metafiziğe adeta ölümcül bir darbe indirmiştir.
Martin Heidegger metafiziğin presokratiklerden sonra Varlığı unuttuğunu (Seinsvergessenheit), varolanları ön plana çıkartarak yanlış bir yola saptığını ve bunun düzeltilmesi gerektiğini belirtmiştir. 20. Yüzyılda dil felsefesi (Viyana Çevresi, Karl Popper, Ludwig Wittgenstein) metafiziğin önermelerini bilimsel bulmayarak önemsememişlerdir.
Bu yazımızın da sonuna gelmiş bulunmaktayız. Sağlık, Spor, Bilgi, Teknoloji, Finans ve daha fazla içeriklere göz atmak için Bilmiyorum Deme sitemizi ziyaret edebilirsiniz.